Giriş
Bugün ele almaya çalışacağım konu kutsallıkla ilgilidir. Evet, bence de çok güzel bir konu ancak burada bahsedeceğim meseleler daha çok nasıl kutsal olunabileceğiyle ilgili değil, ancak kutsallığın tanımı ve kutsallık uğruna yapılan – tabiri caizse – kıyımlarla ilgilidir. Bu yazıyı akademik bir yazı olarak değerlendirmek yanlış olur çünkü herkese hitap etme gayreti içerisindeyim. Böylelikle okuyan herkes faydalanır ve Rab izin verirse hayatına da uygular. Yazının sonunda amacım, okuyan herkese içgörü kazandırmak ve Tanrı’nın lütfuyla düşünmeyi sağlamaktır. Kutsallıkla ilgili yazı yazmanın son derece zor olduğunun farkındayım – ve o yüzden nasıl olunabileceği konusunda yazma cesareti gösteremiyorum – ancak zihnimin kaldırdığı ve Tanrı imkân verdiği sürece düşüncelerimi yazıya dökmeyi planlıyorum.
Bu yazıyı okuyacağınızda kullandığım jargona pek de odaklanmamanızı öneririm. Zira kullandığım jargon yalnızca akademik değil, aynı zamanda halk dili olacaktır. Herkesin anlaması ve empati kurabilmesi için böyle yazmayı uygun gördüm.
Ayrıyeten, okuyacağınız bu yazıyı neden yazmakta olduğumu merak etmişsinizdir. Bunun birkaç sebebi var. Öncelikle, iğneyi de çuvaldızı da kendime, yani mensup olduğum Hristiyan cemaate batırmak istiyorum. Çünkü yıllar boyunca şahit olduğum ve doğruluğundan emin olduğum onlarca olay beni çok etkiledi. Bu olayların ne olduğuna değineceğim – elbette bazı detayları değiştirerek – fakat amacım başkalarının hikayeleri üzerine odaklanmak değil, asıl problemi işaret etmektir. Zira problemle işaret edilmediği sürece, sırf birlik adına veya birilerinin kalbini kırmamak adına susulduğu sürece, İngilizlerin tabiriyle, odadaki fili görmezden gelmiş oluruz. Evet, odada kocaman bir fil var ve biz yokmuş gibi davranıyoruz.
Şu İyi, Şu Kötü
Özellikle bizim yaşadığımız coğrafyada, Hristiyan olmayan kimselerin Hristiyanlık hakkında muhtelif sorular sorduklarını görmüş veya duymuşsunuzdur. Bu sorular arasında “Sizde içki içmek günah mı?” tarzında sorularla birlikte, “İsraf günah mıdır?” şeklinde sorular da sorulmaktadır. İlk iman ettiğim yıllarda bu soruları net bir şekilde nasıl cevaplandıracağımı maalesef bilmiyordum ancak daha sonra öğrendim ve daha da fazla öğrenmeye devam etmekteyim.
İslami bir çevreden, yepyeni bir Hristiyan çevreye geçen kimseler üçe ayrılır: bir kısmı, Hristiyan yaşantısına geçmişte kalan İslami inanışları da getirir, bir kısmı da tam tersini yapar; yani tabiri caizse liberalleşir. Üçüncü kategoride olanlar ise Tanrı’nın lütfuyla Kutsal Yazılara dayalı ilahi ilkeleri tatbik etmeye çalışırlar. Bu bağlamda hem kültürü hem toplumu hem de kiliseyi incelemekte fayda vardır. Detaylı bir biçimde her şeyi “günah” ve “günah değil” tarzındaki bir ayrımla ayırmak hem vakit alır hem de Hristiyanlığı yanlış tanımamıza ve öğretmemize sebep olur.
Her bir Hristiyan’ın unutmaması gereken en önemli kural şudur: Hristiyanlık ilkeler dinidir. Evet, Hristiyanlık, yemek yerken hangi elin kullanılması gerektiğini, Şabat gününde kaç adım yürünebileceğini, hangi içeceği içebileceğimizi ve içemeyeceğimizi, hangi yiyeceği yiyip, hangi yiyecekten sakınmamız gerektiğini öğreten bir din değildir. Hristiyanlıkta tek bir ilke vardır: Tanrı’yı yüceltmek (1Ko. 10:31). Peki, Tanrı nasıl yüceltilir? O’nun kurallarına, O’nun ilkelerine uymakla.
Tanrı’nın Kuralları
Bu bağlamda, Tanrı’nın kurallarını irdelemekte fayda vardır. Yukarıda, Hristiyanlığın kurallar dini değil, ilkeler dini olduğunu söyledim ve hala aynı görüşteyim. Peki, Tanrı’nın hiç mi kuralı yok? Elbette var. Tanrı’nın kuralları, 10 Emir’dir. RABBİN Musa’ya vermiş olduğu emirler, O’nun karakterini, kutsallığını ve iradesini yansıtmaktadır. Tek Tanrı’ya ibadet edilmesi, putlara tapınılmaması, Tanrı’nın benzerliğinde (resim, heykel) bir şeylerin yapılmaması / çizilmemesi, Şabat gününün takdis edilmesi, cinayet işlememek, zina etmemek, çalmamak, yalan söylememek ve başkasının malına göz dikmemek gibi kurallar çok kısa ve öz bir biçimde bizzat Tanrı tarafından verilmişlerdir.
Ancak, Batı’da ortaya çıkan bir hareket var ki – tabiri caizse – Tanrı’nın 10 Emir’ini yüz, hatta bin emire kadar çoğaltma cüretini göstermiştir. Bu hareketin ismi “Kutsallık Hareketidir.” Bu hareket, ağırlıklı olarak Metodist geleneklerden gelmekte[1] ve günahsız mükemmelliği öğretmektedir. Elbette, bu hareketi benimsemiş olan herkes apaçık bir şekilde günahsız olduğunu iddia etmese de hareketin temelindeki varsayım ve hedef kesinlikle budur.[2] Belirtmiş olduğum üzere Kutsal Kitap bizlere ilkeler sunar ve bu ilkeler doğrultusunda yaşamlarımıza devam etmemizi buyurur. Örneğin, onuncu emirde “Komşunun evine, karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin” diye yazılmıştır (Çık. 20:17). Ayette sıralanmış olan şeyler – yani ev, eş, erkek ve kadın köle, öküz ve eşek – o dönemin koşullarına uygun olarak ve günümüzdeki koşullara ışık tutsun diye verilmiştir. Bu durumda, bir kişi başka birisinin arabasına göz dikebilir mi? Sonuçta ayette arabadan bahsetmiyor? Cevap basit: hayır, başkasının arabasına da göz dikemez. Sebebi ise göz dikmenin, açgözlülüğün, haset etmenin Tanrı’ya karşı minnettar olmama durumu olmasıdır. Özetle, bizler On Emir’in “hakkaniyetini”[3] ele alıp incelemeliyiz.
Hal böyleyken, bazı hizmet önderleri, pastörler ve ilahiyatçılar, hakkaniyet meselesiyle yetinmeyerek kendi stratejilerini geliştirmeye karar vermiş ve Kutsal Kitap’ta vaat edilmeyen şeyleri alabilecekmişçesine çabalamaya başlamışlardır. Böyle stratejilerin gelişmesinin altında yatan birkaç sebep vardır. Birincisi, kutsallık konusunda azimli olup tembelliğe yol vermemek. İkincisi, Kutsal Kitap’taki ilkeleri gerçekleştirmek için insanın sınırlarını zorlamak. Üçüncüsü de kilise içerisinde kontrol sağlamak. Ancak bu meselelere şimdilik, yazının başlarında değinmeyeceğim; yazının sonuna bırakacağım. Şimdi odaklanacağımız nokta tarih ve ilahiyat olacaktır.
Kutsallık Hareketi
Kutsallık Hareketine ithaf olunmuş bir internet sitesinde pastör Leonard Sankey tarafından şu sözler yazılmıştır:
“Öğreti bakımından Kutsallık Hareketi, aklanmış ve ruhsal yenilenme yaşamış imanlının, günahın doğasından arındığı ilahi olarak bahşedilmiş kişisel bir deneyim olarak Tam Kutsallaştırmayı kabul ve teşvik eder. Bu deneyim, yüreğinde ve yaşamında var olan dünyevi özellikleri itiraf eden, Tanrı’dan yüreğini temizlemesini isteyen ve ardından Kutsal Ruh’la vaftiz edilen imanlı tarafından edinilir. Bu vaftiz sadece Tanrı’nın yürekteki temizleme işini onaylamakla kalmaz, aynı zamanda tamamen kutsanmış kişiyi günlük günaha karşı kişisel zaferin tadını çıkarması için güçlendirir.”[4]
İlk bakışta göze çarpan terim “Tam Kutsallaşma” (kimi kaynaklarda Mükemmelleşme olarak geçer)[5] olmakla birlikte, bu hareketin tarihçesi incelendiğinde birkaç terimle daha karşılaşmak mümkün. Aslında bahsini ettiğim diğer terimler, Tam Kutsallaşma öğretisinin çatısı altında toplanmışlardır. Başka bir şekilde ifade edecek olursam, Tam Kutsallaşmanın var olması için diğer alt öğretileri temel olarak varsaymak zorundayız.
Terimlerin ilki İkinci Bereket öğretisidir. Bu öğreti Metodist John Wesley tarafından ileri sürülmüştür. Wesley, Hristiyan deneyimin ikiye ayrıldığını, yani iki evreden oluştuğuna inanmıştır. İlk aşama kişinin Müjdeyi duyup iman etmesi ve ardından tövbe ederek Hristiyan olması iken, ikinci aşama kişinin tam bir kutsallaşmaya erişmesi ve tamamen kutsal olmasıdır.[6] Ancak kişi bu ikinci aşamaya ya aniden gelir ya da yavaş yavaş adım adım ilerler.[7] Kişi bu ikinci aşamaya eriştiği sırada tamamen Tanrı’nın istediği gibi birine dönüşmüş olur. Hatta Wesley’e göre bu dönüşüm o kadar kuvvetlidir ki kişinin özgür iradesi dahil olmakla her uzvu, her düşüncesi tamamen Tanrı’ya bağımlı olur ve üstüne üstlük kişideki asli günah (veya orijinal günah) da tamamen ortadan kalkar.[8] Dolayısıyla, gerçekten Hristiyan olmuş bir kimse günah işlemez.
Derken, bu bizi bir diğer temel varsayıma getirdi, yani günahın tanımına. Kutsallık Hareketinin öncüleri, günahın tanımını “bilinçli olarak işlenen günahlar” olarak değiştirmeyi uygun görmüş ve bilinçsizce, yani kasıtlı ve farkında olmadan işlenen günahları günah olmaktan çıkarmışlardır.[9]
Öte yandan Yeni Ahit’te Yuhanna, günahın yasaya karşı gelmek olduğunu söylerken herhangi bir bilinç veya bilinçsizlik ayrımı yapmamıştır (1Yu. 3:2). Kutsal Kitap’ın tümünü incelediğimiz zaman, günah “bilinci” denilen bir şeyden bahsedilmediğini görürüz. Asli veya orijinal günah öğretisinde bile herhangi bir bilinç söz konusu değildir çünkü “günahkârlık” meselesi eylem değil, konumla alakalıdır. İnsanların tümü günahkardır çünkü başlangıçta atamız Âdem günah işlemiş ve böylece herkes günahkâr kılınmıştır (Rom. 5:12, 15, 19). Bu sebepten dolayı Westminster Kısa Katekizmi’nin 14.sorusundaki günah tanımını kabul edip özümsemek son derece önemlidir: “Günah, Tanrı’nın yasasına uymama arzusuna sahip olmak veya ona baş kaldırmaktır.”[10] Başka bir deyişle, günah Tanrı’nın yasasına baş kaldırma arzusuna sahip olmak demektir. Yani kişinin “Bugün acaba yalan mı söylesem, yoksa zina mı etsem?” tarzında yapabileceği bir tercih değil, tamamen fıtrattır. İnsanoğlu günahkardır ve günahkâr doğasından ötürü de günah işleme arzusuna sahiptir – ister bilinçli isterse de bilinçsiz olsun.
Kutsallık Hareketi’nin veya Tam Aklanma öğretisinin savucusu olan Wesley ise meseleyi kestirip atarak günah hakkında şu yorumda bulunmuştur:
“Tanrı’nın bilinen bir yasasının gönüllü olarak çiğnenmesinden başka hiçbir şey günah değildir. Bu nedenle, sevgi yasasının her iradi ihlali günahtır ve işin doğrusu, başka hiçbir şey değildir. Konuyu daha fazla zorlamak sadece Calvinizm’e yol açmaktır.”[11]
İradi veya bilinçli günah konusundaki ısrarlarından dolayı olsa gerek ki Kutsallık Hareketi savunucuları yaşam tarzlarını yukarıda bahsetmiş olduğum bazı “kurallara” göre şekillendirmektedirler. Sonuçta eğer günah bilinçli bir şeyse, ona karşı bilinçli bir mücadele şarttır. Dolayısıyla insanların bilinçli olarak günah işlemelerine sebebiyet veren her ne varsa, en ince ayrıntısına kadar düşünülmesi ve o günaha veya günah tomurcuğuna karşı savaşılmalıdır.
Bu mantık silsilesi insanı doğal olarak dışsal günah unsuruna karşı da mücadele etmeye itecektir. Peki, günaha karşı mücadele etmek kötü bir şey midir? Tabii ki değildir. Kötü olan şey Tanrı’nın Yasa’dan özgür kılmış olduğu Hristiyanları, insan icadı yasalar ve kurallarla (veya modern misyon takımlarının tabiriyle ifade edecek olursam “önlemlerle”) yeniden tutsak etmektir. Böylesi yasa ve kural icadı kişinin yıkımına ve mahvolmasına, hatta akli dengesini yitirmesine bile sebebiyet verebilir. Kutsallık Hareketi savunucuları – veya savunduklarından bihaber olan arkadaşlarımız – Kutsal Kitap’ta yer almayan muhtelif yasalar çıkartarak insanların günah işlemelerini engellemeye gayret etmektedirler. Böylelikle Tanrı’nın kendi Kutsal Ruhu’yla yaptığını, bu arkadaşlar kurallar ve yasalarla yaparlar. Bu konuyu aşağıdaki paragraflarda biraz daha da irdelemeyi düşünüyorum.
Kutsallık Hareketi’nin Öncüleri
Kutsallık Hareketine atfedilmiş internet sitesinin sayfası “Tarih” kısmını “Kutsallığın Tarihi” ve “Kutsallık Hareketinin Tarihi” şeklinde ikiye ayırmıştır. Kutsallık tarihi olarak kastettikleri şey kilise babalarının kutsallığa verdikleri önem ve aklanma, kutsallaşma gibi öğretiler hakkındaki bazı sözleridir. Kutsallık Hareketi’nin tarihiyse Metodist menşeli öğretinin genel tarihini içermektedir. Yazının bu kısmında hareketin birkaç öncüsünden bahsetmeyi düşünüyorum.
Phoebe Palmer
Phoebe Palmer (1807-1874) Kutsallık Hareketi’nin kurucularından biriydi ve Günahsız Mükemmellik olarak bilinen Tam Kutsallaşma öğretisinin de öncü savunucularındandı. Palmer, kocasıyla birlikte ABD New-York’taki bazı çevre kiliseleri gezerek ve ev toplantıları yaparak bu öğretiyi yaymaya gayret etmişlerdir. İddiaya göre Palmer, 26 Temmuz 1837 yılında “Tam Kutsallaşmayı” tecrübe etmiş ve bir daha günah işlememiştir.[12] Kendisi ailesine bu konuda bir nevi öncülük etmiş olduğundan dolayı, ailesi yine aynı tür kutsallaşmayı sonraki tarihlerde tecrübe etmiştir. Bu – tabiri caizse – formülü bulduktan sonra Palmer’ın Metodist kiliselerde vaaz verdiği bilinmektedir. Kutsal Kitap’ın bu konudaki öğretisi son derece açık olmasına rağmen Palmer nasıl mükemmel olduğunu, kilise kürsülerinden duyurmakta çekinmiyordu. Üstelik, Phoebe Palmer kadınların vaaz vermemesi gerektiği öğretisini çiğnemekle kalmamış, Pavlus’un uğruna mektuplar yazmış olduğu aklanma öğretisini de feci bir biçimde çarpıtmıştır. Nitekim kendi deneyimi hakkında sarf ettiği sözler şöyledir:
“Yapamayacağımı gördüm ya gerekli fedakârlıkları yapmalıydım ya da günah işlemeli ve günahımla aklanma durumumu kaybetmeliydim. Kutsal olmayı reddetmiş olsaydım, aklanmam da benimle birlikte sona erecekti.”[13]
Bu sözlerden anlaşılacağı üzere Palmer aklanma öğretisi çok yanlış anlamış ve yorumlamıştı. Aklanmayı, Protestan görüşten çok Katolik bakış açısıyla anladığından dolayı işlediği günahla aklanma statüsünü kaybedeceğini düşünmekteydi. Fakat “çalışana verilen ücret lütuf değil, hak sayılır” (Rom. 4:4) diyen Kutsal Yazılar, aklanmanın tek seferlik bir eylem olduğunu ve zamanın başlangıcından önce seçilmiş olan kişilerin (Efe. 1:4) Kutsal Ruh tarafından mühürlenerek (Efe. 1:13) sonsuza dek aklanmış sayıldıklarını öğretmektedir. Dahası, Palmer ve onun gibi düşünen kimselerin varsayımsal olarak kişinin kendi işleri (veya amelleri) ile kurtulduklarına inandıkları barizdir. Zira eğer aklanma bizim ruhsal performansımıza dayanıyorsa, kurtulup kurtulmadığımızdan bile asla emin olamayız çünkü yeterince “başarılı” olup olmadığımızı bilmenin hiçbir ölçütü yok.
Bunun yanı sıra Palmer’ın psikolojik duygu-durumunun da bu teoride ciddi bir etkisi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Phoebe Palmer, anlatılana göre son derece muhafazakâr ve Tanrı’ya yakın olmayı, O’na hizmet etmeyi arzulayan birisiydi. Palmer’ın eserlerindeki ifadelerden yola çıkarak, günahla ciddi bir sıkıntısı olduğunu söylemek mümkün. Hatta yukarıda yaptığım alıntıda bile “yapamayacağımı gördüm” ifadesi, bir bıkkınlık ve tükenmişlik göstergesidir. Hal böyleyken günahın ezici ve mahkûm edici gücü Palmer’ın üzerinde büyük etki yaratmıştı ve egosunun bir şey yapması, bir savunma mekanizması geliştirmesi gerekirdi. Psikolojik olarak ego da hem kişinin mahkûmiyet altında ezilmemesi hem de mutlu olması için arayı bulmuş oluyor. Böylelikle Phoebe Palmer’ın karşısında üç seçenek vardı: (1) Hristiyan olmaktan imtina edecekti, (2) artık günahsız ve mükemmel olduğuna inanacaktı veya (3) Kutsal Kitap’a dayalı bir biçimde zayıflığını kabul edip tövbe dolu yaşamına devam edecekti. Palmer, bu üç seçenekten ikincisini seçip günahsız olduğunu ilan etti. Artık kendi gözünde mükemmeldi! Peki, Palmer buna inanıyor muydu? Orası bilinmez. Ancak Palmer’ın tipik bir kendini-kandırma durumu yaşadığı apaçık ortadadır. Başka bir deyişle Palmer, kendisini kandırarak bir şeylerin üstesinden gelmeye çalışmış ve bu sırada kendisini bir paradoksun içerisinde bulmuştur.[14] Kuşkusuz bu inkâr, hayatında muhtelif sorunlara yol açtı ancak onları burada yazmayacağım.
Charles Grandison Finney
Charles Grandison Finney (1792-1875) din adamı kariyerine bir Presbiteryen olarak başlasa da daha sonra Reform inancıyla ilgili görüşlerin tümünü reddedip, özgür irade yanlısı bir kişi olmuştu. Finney, Mesih’e tam iman yoluyla inananların “Kutsal Ruh’un ikinci bir kutsamasını” alabilecekleri ve Hristiyan mükemmelliğine, daha yüksek bir kutsallaştırma seviyesine ulaşabilecekleri öğretisi olan mükemmeliyetçiliğin savunucusuydu. Finney’e göre bu, Tanrı’nın yasasına itaat ederek yaşamak, Tanrı’yı ve komşularını sevmek anlamına geliyordu ama günahsız bir mükemmellik değildi. Finney’e göre, kutsanmış Hristiyanlar bile günaha yatkındır ve günah işleme kapasitesine sahiptir. Finney, Hristiyanların kurtuluşlarını kaybedecek kadar bile olsa günah işlemelerinin mümkün olduğuna inanıyordu.[15] Finney, tipik bir Arminiyusçu olsa da günahsız mükemmellik konusunda çok radikal ve enteresan fikirleri vardı.
Finney’e göre kişinin kendisine bir yol çizmesi ve neyi arzuladığını belirlemesi gerekirdi. Kişi ya kutsal olmayı ya da ortalama bir Hristiyan olmayı seçebilirdi. Dolayısıyla Finney aslında Hristiyanları iki kategoriye ayırırdı (1) birinci kutsamayı almış olanlar, yani iman etmiş olanlar ve (2) ikinci kutsamayı almış olanlar, yani tam kutsallaşma mertebesine erişmiş olanlar. Finney’nin geleneksel Reform öğretileri şiddetle reddetmesi onun her konuda anti-reform görüşlere sahip olmasına sebep oldu. İman etmekte olan kişilerin Ruh’la değil, tamamen “ikna yoluyla” iman ettiklerini savunma cüretini gösteren Finney, insanların – tabiri caizse – duygularına “oynayarak” iman ettirmeye çalışıyordu.[16] İman etmiş kişilerin de imanda kalmaları için çabalayarak iyi performans göstermeleri ve günaha karşı mücadele etmeye devam etmelerini öğütlüyordu. İyi bir performans sergilemek, Finney’nin hocası Asa Mahan’ın öğretmiş olduğu ve deneyimlediğini iddia ettiği Kutsal Ruh’la vaftizden sonra gerçekleşir. Mahan’a göre Mesih nasıl Kutsal Ruh’a tabi bir şekilde yaşadıysa, O’nda olan Ruh’un aynısı bizde olduğuna göre bizler de O’nun gibi mükemmel olabiliriz.[17] Nitekim Mahan’ın kendisi de Ruh’la vaftiz olduktan sonra mükemmelliğe eriştiğine inananlardandı. Onun bu öğretisinden etkilenmiş olan Finney de kendi “uyanış toplantılarında” Ruh’la vaftiz olunması gerektiğini vurgulayarak, yalnızca iman etmenin yeterli olmadığını duyurmaya devam ediyordu. Şüphesiz Finney’nin bu ısrarı, günümüz Pentekostal ve Karizmatik kiliselerin lügatine ve uygulamalarına da geçmiştir.
Kuşkusuz, günahla mücadele gereklidir ve Kutsal Ruh’un bir meyvesidir. Hristiyan olan kimse tövbekâr kişidir. Fakat bu, kişinin mükemmel olacağını ve zaman geçtikçe günah işlemeyecek duruma geleceği demek değildir. Nitekim Hristiyan yaşamı kalp atış hızını ölçen elektrokardiyogram (EKG) gibidir. Ritim bir yükselir, bir düşer ancak asla sabit kalmaz. Sabit kalması ölüm habercisidir aslında. Hristiyan yaşamı da bunun gibidir. Günah işleyerek, tövbe ederek bu hayat devam eder. Ancak Hristiyan’ın asıl görevi günahla – tabiri caizse – kanının son damlasına kadar savaşmaktır, günahtan iğrenmektir. O halde bütün bu “mükemmeli oynamalar” niye? Bunun cevabını daha sonra vereceğim. Ancak şimdi gelin Finney’e geri dönelim.
Finney, Batı Hristiyanlığında yeni bir devrim başlatmakla kalmamış, kilisenin iki bin yıldır sahip olduğu geleneği de derinden sarsmıştır. Kilise geleneğinden kastım, litürji, sakramentler ve Hristiyan yaşamla ilgili konularda erken dönem kilisenin görüşlerine tamamen aykırı fikirler sunmuş ve hem törensel hem de teolojik temelleri derinden sarsmıştır. İnsanların iman etmeleri için her ne pahasına olursa olsun “ikna olmaları” kilisenin ana işlevini adeta baltalamış ve günümüzde “ziyaretçi odaklı” ibadetler doğurmuştur. Kendim buna fazlasıyla şahit olduğum için bunun ne denli acı verici bir şey olduğunu çok iyi biliyorum.
Kutsallığa Götüren Yöntemler
Palmer, Mahan ve Finney hakkında kısa bilgiler verdikten sonra işin pratiğine inmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Kutsallık hareketinin gelişmesi ve kiliselere yayılması doğal olarak insanların bu konuda gayretler göstermesine sebep oldu. Bunun böyle olacağı çok açık bir şekilde belliydi. Sonuçta hedef kutsallık ve imanda güçlü kimseler (Palmer, Finner, Mahan ve diğerleri) o kutsallığa ulaşmış durumdalar; hal böyleyken niçin her kilise günahsız mükemmelliğe ulaşmasın ki?
Bu ve benzeri düşünceler insanları ve özellikle kilise pastörlerini bir şeyler yapmaya teşvik etti. Böylelikle “Daha nasıl kutsal olabiliriz?” veya “Günahsız mükemmelliğe erişmek için daha ne yapabiliriz?” tarzındaki sorular kiliselerin ana düşünce konusu oldu. Elbette, kilisenin kutsallığa sağlam vurgu yapması güzel bir şey ancak Kutsal Kitap’ın vaat etmediğini vaaz etmek, son derece tehlikelidir.
Derken, evanjelik kiliselerde çeşitli yöntemler türemeye başladı. Bunları “Yasa-perestlik” çatısı altında toplayabiliriz ancak ayrıntıları son derece ilginç olduğu için biraz bahsetmek istiyorum.
William (veya Bill) Bright ismini birçoğunuz duymuşsunuzdur. Bright, CRU adı verilen ve bir zamanlar Campus Crusade For Christ ismi altında var olan (CC olarak da bilinir) müjdeleme hizmetinin kurucusudur. Bright’ın kitapçıkları ve öğretileri, CRU’ya giren hemen hemen herkese okutulur ve benim de bir keresinde okuma fırsatım oldu (o hizmette yer almamama rağmen). Bright, ilginç bir kişidir ve Kutsallık Hareketinin “ikinci bereket” öğretisinin savunucularındandır. Bright, 1965 yılında yayınlamış olduğu “Have You Heard of the Four Spiritual Laws” isimli kitapçıkta, insanı üç kategoriye ayırmıştır.[18]
Birinci kategori, Hristiyan olmayan kimsedir. İkinci kategori benliğe dayalı yaşam süren Hristiyan, üçüncü kategori de ruhta yaşayan Hristiyan’dır. Bu tabloya göre olağan Hristiyanlar, yani ikinci bereketi almamış olan Hristiyanlar, ikinci kategoriye mensupken, ikinci bereketi almış olanlar üçüncü kategoriye mensupturlar. Bu da hem teolojik hem de pratik anlamda sakıncalı bir görüştür ve ilk başka pek göze çarpmasa da Kutsallık Hareketini ve onun varislerinden olan Finney’nin görüşünü desteklemekte ve teşvik etmektedir.
Bright’a göre günah işlememek ve kutsal olmak için “kutsallık nefesi” almak gerekir. Bu, elbette Kutsal Kitap ayetleriyle süslenmiş tipik kişisel gelişimcilerin, yaşam koçlarının ve yogilerin teşvik ettiği nefes egzersizleridir. Bright, kitaplarının birinde şöyle der, “Yıllar önce ruhsal nefes almayı öğrendiğimden beri, açıkçası itiraf edecek pek bir şeyim yok.”[19] Özetlemek gerekirse Bright, öğretmekte olduğu “kutsal nefes” yöntemiyle günah işlememeyi öğrenmiş! Bright’a göre ayet okuyarak nefes alıp vermek o kişiyi günahtan arındırır ve kutsal olmasına yardımcı olur. Kutsallık Hareketi ve insan stratejilerine dair Bright’ı örnek vermemin yegâne sebebi, onun pek çok kimse tarafından bilinen biri olmasıdır. Bilinen birisiyle bir bilgiyi ilişkilendirmek her daim daha kolaydır.
Bright gibi daha birçok insan kendi kurallarını koyarak, kutsallık mertebesine erişmeye çabalamaktadırlar. Ülkemizde de böyle kişileri görmek zor değildir. Şahsım adına konuşacak olursam, iman ettiğim ilk yıllarda, iman ettiğim kilisenin etkisiyle – kutsallık hareketi kilisesiydi – hayatımın en ince ayrıntısı ölçer biçer ve günah işlememeye çalışırdım. Bu işte o kadar ileri gitmiştim ki, yolda biri bana saati sorduğu zaman, bir dakika olsun yanlış söylersem günah işleyeceğimi düşünürdüm. O halde ne yapmalıydım? Örneğin, saat 16:15 iken birisi bana saati sorduğunda ben ona 16:15 dersem ve tam cümlem bittiği anda 16:16 olursa yalan söylemiş olur muydum? Tüm bu etik karmaşalar sırasında aklımı kaçırdığımı düşünüyordum. Ne yapacaktım? Susup konuşmamalı, gösterişsiz bir şekilde giyinmeli, kişisel bakımıma dikkat etmemeli ve yalnızca Kutsal Kitap mı okumalıydım? Eskiden buna cevabım evet olurdu!
Katılmakta olduğunuz kiliselerde de böyle insanlarla illaki karşılaşmışsınızdır. Alkolün günah olduğunu düşünen, oyun konsolunda oynanan oyunlar vasıtasıyla günah işleneceğine inanan, giyimin gösterişli olup olmamasına karışıp yorum yapan, iki nişanlının veya sevgilinin nerede, nasıl oturup kalkacağına müdahale eden kimselerle muhakkak karşılaşmışsınızdır. Başımdan geçen olayları teker teker anlatmayacağım, ancak bu kontrolcü tavrın bir nevroz, hatta ileri giderse bir psikoz belirtisi olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Zira her attığımız adımı, her eylemimizi, her aklımızdan geçen, gözlerimizin gördüğü veya kulaklarımızın duyduğu şeyi yasa-perestlik süzgecinden geçirip değerlendireceksek, hayatı kendimize kelimenin tam anlamıyla zindan ederiz. Hayatın zindan olması elbette kendini inkâr etmek demek değildir, çünkü kendini inkâr etmek, Tanrı’nın tanımlarına göre ele alındığı zaman bir anlam kazanır. Tanrı’nın günah demediği şeye günah demek, kuşkusuz “tanrıcılık” oynamaktır ve Tanrı’nın ismini yüceltmez. Dolayısıyla, ilkeler dini olan Hristiyanlık, yine ilkeler doğrultusunda, Kutsal Kitap çizgisinde ele alınmalı ve hayata tatbik edilmelidir.
Kutsal Kitap Ne Diyor?
Peki, bu duruma Kutsal Yazıların verdiği cevap nedir? İnsanlar gerçekten bu dünyada günahsız mükemmellik mertebesine erişebilirler mi? İnsani yöntemlerin hem yasa-perestlik hem de psikolojik problemler doğurduğu ortadayken Tanrı’nın bu duruma verdiği öneri veya emir nedir?
Kutsal Kitap, Hristiyanlara özgürlük bahşetmiştir. Şüphesiz bu özgürlük, günah işleme ehliyeti değil, kutsallaşma gücüdür. Hristiyanlar, yaşamakta oldukları dünyanın nimetlerinden Tanrı’nın kutsal ismini yüceltecek düzeyde keyif almalıdırlar. Peki bu nasıl olmalı? Günahsızlığımızı ilan edip böbürlenerek mi yoksa başka bir yolla mı? Doğruyu ve yanlışı, iyiliği ve kötülüğü, iyi işleri ve günahı birbirinden nasıl ayırt edeceğiz? Hatta daha da ileri gidip şunu sormak istiyorum: bir şeyin gerçekten günah mı yoksa yasa-perestliğin bir ürünü mü olduğunu nasıl anlayacağız?
İlk adım, günah tanımıdır. Elçi Yuhanna, yazmış olduğu ilk mektupta günahı şu sözlerle tanımlamıştır: “Günah işleyen, yasaya karşı gelmiş olur. Çünkü günah demek, yasaya karşı gelmek demektir” (1Yu. 3:4). Demek ki, günah yasayla ilgilidir. Zaten Pavlus da yasanın amacını günahın bilincine vardırmak olduğunu beyan ediyor (Rom. 7:7). Hal böyleyken, yasadan özgür olan bizler, yani Hristiyanlar artık yasaya öldük çünkü Mesih bizi yasadan özgür kıldı (Gal. 2:19). Dolayısıyla aklanmayı sağlayamayan yasa (Gal. 2:21) artık bizi tutsak edemez. Bu nedenledir ki, Hristiyanlar belirli bir ahlak performansına ulaşarak değil, yürekten iman ederek kurtulurlar. Ahlaki performans göstermek için çabalayanlar ise hem kendilerini hem de onları dinleyen diğer insanları yasanın altına getirmeye çalışmaktadırlar. Üstelik teşvik ettikleri yasanın Tanrı’nın kutsal yasasıyla bir ilgisi yok, tersine tamamen insani değerlere, kültürel kalıplara dayalı varsayımsal bir yasadır. Her iki türlü de Hristiyanlar yasanın altına getirilmiş oluyor ve bunun neticesinde Mesih’in yolundan sapıp tamamen mahkûmiyet getiren insani yasanın tutsağı oluyorlar. Pavlus’un şu azarı, konumuza ayna niteliğindedir: “Yasa aracılığıyla aklanmaya çalışan sizler Mesih’ten ayrıldınız, Tanrı’nın lütfundan uzak düştünüz” (Gal. 5:4).
Şimdi Kutsallık Hareketi mensubu birisi çıkıp, “Bizim teşvik ettiğimiz şey, 10 Emirde geçen kuralların uygulamasıdır. Hatta uygulanması için çabalamaktayız” diyerek itirazda bulunabilir. Ancak günahtan korunma adına insani yöntemler icat edip başkalarına da bunu dayatmak, Kutsal Yazılara aykırıdır. Kuşkusuz Hristiyan yaşamımızda kendimize has bazı alışkanlıklar edinebilir ve içinde bulunduğumuz bu kutsallık serüveninde faydasını fazlasıyla görebiliriz. Örneğin, kimileri sabah 05:00 gibi uyanıp dua etmeyi alışkanlık haline getirmişlerdir. Kişinin edindiği bu alışkanlık elbette hoş ve değerlidir. Başkaları, evdeyken bir ilahi eşliğinde dua edip Tanrı’yı yüceltiyor olabilir. Öbürleri, gözleri açık bir şekilde veya iki elini kavuşturarak dua edebilirler. Bir başka örnek olarak, Charles H. Spurgeon, uyumadan önce Kutsal Kitap’ın yanı sıra John Bunyan’ın yazmış olduğu Çarmıh Yolcusu kitabını da okurdu. Spurgeon bunu hep yapıyordu. Bunların hepsi de hoş ve kınanmaması gereken alışkanlıklardır. Sonuçta herkesin bu zorlu yaşamda bir Hristiyan olarak hayatta kalma yöntemi farklıdır. Ancak kendi kişisel yöntemlerimizi, başkalarına ilahi kanun olarak dayatmak, yasa-perest olduğu için kınanması ve yapılmaması gerekmektedir.
Belirli bir bilgisayar oyunu oynamak, A kişisini şiddete teşvik ederken, diğerinde aynı etkiyi yaratmayabilir. O halde A kişisinin problemi, B kişisini bağlamamalı ve mahkûm etmemelidir. Örneğin alkol almak A kişisini keyiflendirip neşelendirirken, B kişisinde şiddet yanlısı veya zina düşüncelerini uyandırıyorsa, B kişisi alkolden kaçınsa kendisi için iyi olur. Ancak kendisi alkolden kaçındığı için başkalarını da mahkûm etmemelidir. Lakin bu “kaçınmalar” birer yasaya dönüştüğünde hem kilisenin hem de kişinin hayatında ciddi olumsuz sonuçlara sebep olacaktır. Ferisiler ile İsa’nın arasındaki sürtüşme de tam olarak bundan kaynaklanıyordu.
İsa, Ferisilere karşı söylemlerde bulunurken, özellikle bu konulara ilişkin sert söylemlerde bulundu. Ferisiler de tıpkı günümüz yasa-perestleri gibi Musa’nın yasasını uygulamak adıyla yüzlerce insan yapımı yasa icat etmişlerdi. Bu yüzlerce insan yapımı yasayı icat etmekle kalmadılar, aynı zamanda bunları Kutsal Yazılar seviyesine yükselttiler, öyle ki kurallarından birini çiğnemek Tanrı’nın yasasını ihlal etmek anlamına geliyordu. Oysa bu kurallar ve yasalar sadece Tanrı’nın yasasının gerçek amacını gizlemekle kalmıyor, aynı zamanda bazı durumlarda onu gerçekten ihlal ediyordu.[20]
Öte yandan Rabbimiz İsa, Ferisileri garip öğretilenden dolayı eleştiriyordu. İnsani yöntemler, Tanrı halkına dayatıldığı zaman her zaman kötü meyve verir. Günahsızlık çabaları, her daim kibre sebep olur. Kibir ise insanı küçük düşürür (Özd. 29:23). Günahsızlık veya paklık kibri, içeriğinde üstünlüğü ve ikiyüzlülüğü barındırır. İsa’nın Ferisileri ikiyüzlülükle itham etmesinin sebebi de budur (Mar. 7:6). Onlar, dudaklarıyla Tanrı’yı överken, aslında yürekleri O’ndan uzaktaydı. Yürekleri, insani kaide ve kurallardaydı. Öte yandan Hristiyanların günah işledikleri çok bariz ortadadır (Rom. 7:7-25). Hatta Hristiyanlar bu dünyada günah dahil birçok sıkıntıdan geçerler ve bu sıkıntılarda Rab Tanrı her daim onların yanındadır (Yşa. 43:2; Rom. 5:3-5; 7:7-25; İbr. 5:7; Yak. 1:2). “…asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz” (Yu. 10:28) diyen Tanrı onları her daim korur ve kollar.
Kutsallaşma, Tanrı’nın her Hristiyan’ı dahil etmiş olduğu bir süreç ve vaat etmiş olduğu bir sonuçtur. Bu kutsallaşmada hiç kimse mükemmelliğe erişmeyeceği gibi Ruh ile benlik her daim savaş içerisindedir (1Yu. 1:8-10; Rom. 7:14-25; Fil. 3:12). Bu savaşın sonucunda Hristiyanlar zaferle ayrılıyor ve ayrılmaya devam edeceklerdir (Rom. 6:14; 1Yu. 5:4; Efe. 4:15-16; Bkz. Rom. 8:2). Hristiyan yaşamındaki tövbe, her türlü insan icadı stratejiden üstündür ve Tanrı’nın gerçek amacının ta kendisidir. Tanrı, bu dünyada tövbekâr günahkarları mükemmel bir ebediyet için hazırlamaktadır.
Sonuç
Sonuç olarak Kutsallık Hareketi, psikolojik bölünmüşlük yaşayan egonun inkârcılığı tercih etmesidir. Üstelik bu inkarcılık hem Kutsal Yazıları hem de insan tabiatını inkâr etmek demektir. Böylesi hatalı bir temelden yola çıkarak üretilen “ikinci bereket” öğretisi ve devamında gelen insan icadı yasa-perest yöntemler, kiliseden temizlenmelidir. İnsan icadı yöntemler, zayıf düşmüş insanın üzerindeki günah yükünü yasa-perest kurallarla daha da ağırlaştırır ve kişiyi daha da büyük çıkmaza sokar. Öte yandan herkes kendisini zayıf görmez. Bu da kendisini güçlü zanneden kimsenin kibrine kibir katar ve onu ruhsal muhakeme becerinden yoksun kılar. Her halükârda böyle öğretiler insanı yıkar – ya öyle ya da böyle.
Dolayısıyla, Mesih’e iman etmiş kimseler olarak her gün günahımızı Rabbimize itiraf ederek onlardan arınır ve hayatımızda yeni bir sayfa açarız. Kuşkusuz, günahı engellemek için bazı radikal adımlar atmamız gerekir – ancak unutulmaması gereken mesele, yukarıda da belirttiğim üzere, o radikal adımların bize özel olduğudur. Hristiyanlar, Tanrı’nın özgürleridir. Kısa tutmaya çalıştığım ancak başaramadığım yazımı Jean Calvin’in Romalılar 8:1 üzerine yazmış olduğu yorumla sonlandırmak istiyorum:
“Hâlâ günahla kuşatılmış olsalar da bedende değil Ruh’ta yaşadıkları sürece ölümün gücünden ve her lanetten özgürdürler: Böylece bu üç şeyi -inananların her zaman altında ezildikleri kusurluluğu, Tanrı’nın bunu bağışlayan merhametini ve Ruh’un yenilenmesini- birleştirmektedir ve bu (Tanrı’nın bağışlayan merhameti ve Ruh’un yenilenmesi) özellikle son olarak, hiç kimse kendi benliğine güvenerek, sanki lanetten kurtulmuşçasına beyhude bir düşünceyle kendini övmesin diye söylenmiştir. O zaman benliğe göre yaşayan insan, hayatını düzene sokmak için hiçbir şekilde istekli olmadığında, bu lütfa sahipmiş gibi davranarak kendisine dokunulmazlık vaat ettiğinde, boş yere kendini övdüğü gibi dindarların titreyen vicdanları da yenilmez bir kaleye sahiptir, çünkü Mesih’te kaldıkları sürece her türlü mahkûmiyet tehlikesinin ötesinde olduklarını bilirler.”[21]
[1] Winn, Christian T. Collins (2007). From the Margins: A Celebration of the Theological Work of Donald W. Dayton. Wipf and Stock, syf. 114.
[2] Rennie, Warburton (1969). “Holiness religion: an anomaly of sectarian typologies”. Journal for the Scientific Study of Religion. 8 (1): 130–139.
[3] Westminster İman Açıklaması XIX:4. Çev. Toğrul Salamzade. Ahit Yayınları, 2022.
[4] “Holiness Movement – A Site Dedicated to the Conservative Holiness Movement,” n.d. Accessed June 12, 2023. https://www.holinessmovement.org/.
[5] God’s Missionary Church, Inc. “Beliefs.” Accessed June 12, 2023. https://godsmissionarychurch.org/beliefs-gods-missionary-church/.
[6] Alexander, Donald L.; Ferguson, Sinclair B. (1988). Christian spirituality: five views of sanctification. InterVarsity Press. syf 97.
[7] A.g.e.
[8] Christensen, Michael M. (17 November 2015). God, Adam, and You: How Original Sin, the Flesh, and Holiness Integrate in the Christian Life. Wipf and Stock Publishers. syf. 57.
[9] “Lutheran Church – Missouri Synod – Christian Cyclopedia.” Accessed June 12, 2023. http://cyclopedia.lcms.org/display.asp?t1=h&word=HOLINESSCHURCHES.
[10] Westminster Kısa Katekizmi, çev. Toğrul Salamzade. Ahit Yayınları 2022.
[11] Wesley, John (1872). The Works of John Wesley, Third Edition., Volume 12. London: Wesleyan Methodist Book Room. syf. 394.
[12] Balmer, Randall (18 November 2005). Protestantism in America. Columbia University Press. syf. 238.
[13] M. James Sawyer, “Wesleyan and Keswick Models of Sanctification | Bible.Org.” Accessed June 13, 2023. https://bible.org/article/wesleyan-amp-keswick-models-sanctification.
[14] Mele, Alfred R. “Two Paradoxes of Self-Deception.” In Self-Deception and Paradoxes of Rationality, edited by Jean-Pierre Dupuy. CSLI Publications, 1998.
[15] FitzGerald, Frances (2017). The Evangelicals: The Struggle to Shape America. Simon and Schuster, syf.44.
[16] Ross, Thomas. “Oberlin Perfectionism, IV. The Theology Of Charles G. Finney.” Faith Saves (blog), September 14, 2014. https://faithsaves.net/finney-perfection/.
[17] Mahan, Asa (1876). Baptism of the Holy Ghost. Elliot Stock. syf. 21.
[18] Not: 1965 yılından bu yana Dört Ruhsal Kural kitapçığı çeşitli revizyonlar geçirmiştir. Günümüzde kullanılan versiyonda üç kategori, iki kategori olarak değiştirilmiş ve ikinci kategori silinmiştir.
[19] Bill Bright, The Coming Revival (New Life: Orlando, 1995), syf. 28
[20] Ligonier Ministries. “Jesus Challenges the Pharisees | Reformed Bible Studies & Devotionals at Ligonier.Org | Reformed Bible Studies & Devotionals at Ligonier.Org.” Accessed June 29, 2023. https://www.ligonier.org/learn/devotionals/jesus-challenges-pharisees.
[21] John Calvin ve John Owen, Commentary on the Epistle of Paul the Apostle to the Romans (Bellingham, WA: Logos Bible Software, 2010), 275-276.