İlahiyat

Pastörlerin Görevi

John Owen

Çeviren: Toğrul Salamzade

Bir pastörün öncelikli ve temel görevi, sözü gayretle duyurarak sürüyü beslemektir. Tanrı’nın kilisesine “Size gönlüme göre çobanlar vereceğim; sizi bilgiyle, sağduyuyla güdecekler” diye vaat ettiği söz, yeni antlaşmayla ilgili bir vaattir (Yer. 3:15). Bu, sözü öğreterek ya da vaaz ederek olur, aksi olamaz. Bu besleme, bir pastörün görevinin özünde yer alır; bu nedenle, sürüyü beslemeyen ya da besleyemeyen ya da beslemeyecek olan kişi, kilisede ne kadar dışsal bir çağrıya ya da işe sahip olursa olsun, pastör değildir. Müjde’yi duyurma görevi Petrus’a ve onun aracılığıyla da “otlatma” adı altında kilisenin tüm gerçek pastörlerine verilmiştir (Yuhanna 21:15-17). Elçilerin örneğine uygun olarak, kendilerini tamamen söze ve duaya verebilmek için her türlü yükten kurtulmalıdırlar (Elçilerin İşleri 6:1-4). Görevleri “Tanrı sözünü duyurup öğretmeye emek” vermektir (I Tim. 5:17); Böylece görevleri, “Kutsal Ruh’un onları gözetmen olarak görevlendirdiği bütün sürüye göz kulak” olmak (Elçilerin İşleri 20:28) idi ve bu görev kendilerine her yerde verilmişti.

Dolayısıyla bu iş ve görev, daha önce de söylendiği gibi, pastörlük makamının olmazsa olmazıdır. Bir adam, pastoral öğretiyle beslediği kişilere pastördür, başkalarına değil. Böyle davranmayan kişi pastör değildir. Sadece ara sıra boş zamanlarında vaaz vermesi değil, kilisedeki diğer tüm işlerini, meşru da olsa tüm diğer görevlerini bir kenara bırakması, kendisini görevinden alıkoyacak bu tür işlerle sürekli ilgilenmemesi, kendisini bu göreve vermesi, bu konularda elinden geldiğince çalışması gerekmektedir. Bu olmadan hiç kimse son gün pastörlük göreviyle ilgili rahat bir hesap veremeyecektir.

Kilisede kabul ve beyan edilen Müjdenin hakikatini ya da öğretisini korumak ve her türlü muhalif görüşe karşı savunmak [pastörlerin] görevidir. Bu, hizmetin temel hedeflerinden biri, bir zamanlar kutsallara iletilmiş olan imanın korunmasıdır. Elçi bu görevi Timoteos’a ve onun aracılığıyla da sözün yayılmasının emanet edildiği herkese sık sık ve vurgulayarak tekrarladığı için, bu görev özellikle kiliselerin pastörlerine verilmiştir (1Ti. 1:3-4, 4:6-7, 16, 6:20; 2Ti. 1:14, 2:25, 3:14-17). Elçi, Efes kilisesinin ihtiyarlarına da aynı görevi verir (Elçilerin İşleri 20:28-31). Kendisi hakkında söylediği, “Mübarek Tanrı’nın bana emanet edilen yüce Müjdesi’ne göre bu böyledir” (1Ti. 1:11) sözü, kendi ölçütlerine ve çağrılarına göre bütün kilise pastörleri için geçerlidir ve hepsi de onun burada hizmetiyle ilgili verdiği açıklamayı hedeflemelidir: “Yüce mücadeleyi sürdürdüm, yarışı bitirdim, imanı korudum” (2Ti. 4:7). Kilise, “gerçeğin direği ve temelidir” ve esas olarak hizmetinde böyledir. Bu görevin günahkârca ihmal edilmesi, kiliseyi istila eden ve mahveden tehlikeli sapkınlıkların ve yanılgıların çoğunun nedenidir. Müjdenin öğretisini muhafaza etmekle görevli olanların birçoğu, “öğrencileri peşlerinden sürüklemek için sapkın sözler söylediler.” Piskoposlar, ihtiyarlar, öğretmenler sapkınlıkların elebaşları olmuşlardır. Bundan dolayı bu görev, özellikle de Müjdenin temel gerçeklerine her türden düşman tarafından her yönden saldırıldığı bu dönemde, bilhassa dikkat edilmesi gereken bir konudur.

Bunun için çeşitli koşullar gereklidir: (1) Müjdenin tüm öğretisi hakkında açık, sağlam ve kapsamlı bir bilgi, bu amaç için yararlı ve yaygın olarak öngörülen tüm yollarla, özellikle de Kutsal Yazılar’ın gayretli bir şekilde incelenmesiyle, aydınlatılma ve anlayış için içtenlikle dua ederek elde edilir. İnsanlar kendilerinin bilmedikleri bir şeyi başkaları için muhafaza edemezler. Hakikat, kötülükle olduğu kadar zayıflıkla da kaybedilebilir. Pek çok kişinin bu konudaki kusuru içler acısıdır. (2) Öğrendikleri ve kavradıkları gerçeğe duydukları sevgi. Hakikati bir inci gibi, ne pahasına olursa olsun değer verilen, ne pahasına olursa olsun satın alınacak, tüm dünyadan daha iyi olan bir şey olarak görmezsek, onun muhafazası için gereken özeni gösteremeyiz. Bazıları hakikati kolaylıkla terk etmeye ya da ona karşı kayıtsız kalmaya hazırdır; yaşadığımız günlerde bunun çok sayıda örneği vardır. İman atalarımızın büyük bir gayretle savundukları ve kanlarıyla mühürlemeye hazır oldukları, ancak şimdi mesleklerinde onların yerini aldığını iddia eden bazı kişiler tarafından tamamen göz ardı edilen ve karşı çıkılan çeşitli mühim Müjdeye dayalı gerçeklerin örneklerini vermek kolaydır. Eğer vaizler kendi ruhlarında hakikatin gücünü hissetmez ve onun iyiliğini tatmazlarsa, onlardan bu görevi yerine getirmeleri de beklenemez. (3) Yeni görüşlere, özellikle de imanlılar arasında gücü ve etkinliği konusunda deneyim sahibi olunan herhangi bir hakikate karşı olanlara destek ya da cesaret vermekten vicdani bir özen ve korku şarttır. Beyhude merak, varsayımlarda cüretkârlık ve kendi kibirlerini sergilemeye hazır olma kiliseye çok zarar vermiş ve birçok soruna sebep olmuştur. (4) Hakikate karşı çıkanların tezlerini ayırt etme ve çürütme ve böylece ağızlarını kapama ve karşı çıkanları ikna etme konusunda öğrenme ve zihinsel yeteneğe sahip olma. (5) Öğretilerinde ve hizmetlerinde, Müjdenin en önemli gerçeklerinin sağlam bir şekilde doğrulanması ve diğer tüm gerçeklerin buna göre belirlenmesi. İnsanlar, savunmalarının zayıflığı nedeniyle çoğu zaman gerçeğe önyargılı davranabilir, hatta ona ihanet bile edebilirler. (6) Dışarıdan gelen ayartıcıların oyunlarına ya da kendi aralarında herhangi bir sapkınlığın kök salmasına karşı kendi sürülerini özenle gözetmelidirler. (7) Birlikte bulundukları diğer kiliselerin ihtiyarları ve temsilcileriyle, hepsinin ikrar ettiği inancın beyanında eşzamanlı bir yardımlaşmaya girmelidirler.

Bu görevlerin doğru bir şekilde yerine getirilmesi için genellikle hangi öğrenimin, emeğin, çalışmanın, zahmetin, yeteneğin ve akli yetilerin kullanılmasının gerekli olduğu aşikârdır; ve insanların başka konularda kiliseye yararlı olabileceği, ancak bu konularda eksik olduğu durumlarda, Tanrı’nın daha fazla kabiliyet ve daha büyük yeteneklerle görevlendirdiği kişilerin tavsiyelerini sık sık isteyerek ve onlara bağlı kalarak, hem ihtiyatlı hem de alçakgönüllü bir şekilde yürümeleri ve hareket etmeleri gerekir.

Kaynak: John Owen, Works, cilt 16, syf. 74-75, 81-83

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu